EN BÜYÜK KOMUTAN
EN BÜYÜK KOMUTAN
“Mekke!
Sen benim için bütün dünyadan daha değerlisin…
Ama senin insanların beni rahat bırakmıyor.”
Medine’ye hicret ederken, Mekke’ye buğulu gözlerle son defa bakıp da işte böyle söylüyordu Allah’ın sevgilisi; sevgi peygamberi.
Kolay değildi elli üç senedir yaşadığı vatanından ayrılmak… Taşında toprağında ve her köşesinde anıları vardı elbet. Ama rahat bırakmamışlardı ki O’nu… Sadece O’na yaptıkları hakaret ve işkenceyle yetinmemişler, ailesine ve O’na inanan, O’na bağlanan, O’nu seven insanlara da zulmetmişlerdi. Sadece Müslüman olanları değil, onlarla görüşenleri bile tehdit ediyorlardı. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi üç sene boyunca ambargo uyguladılar O’na ve O’nu sevenlere. Aç susuz bıraktılar… Kız alıp vermediler… Alış veriş yapmadılar onlarla…
Ama Allah’ın Habib’i yine de onları affetmesi için Allah’a yalvarıyordu; “Onlar ne yaptıklarını bilmiyor… Kavmimi affet Allah’ım.” Ama kavmi O’nun ne sevgisini, ne de gayesini anlayamadı ve O’nun memleketinden hicret etmeye zorladı.
Hicret ile bu zulüm bitti mi? Hayır. Yine durmadılar ve yurt edindiği yeni yerde yani Medine’de de huzur vermediler O’na; Ordular gönderdiler O sevgilinin üzerine… Çirkin iftira ve hakaretlerine devam edip durdular.
Ama çok değil sekiz sene sonrasında çığ gibi büyüdü sevgiyi sevenler… Yani O’nu sevenler. Büyüdüler güçlendiler. Ama yine de intikam alma düşünceleri yoktu. Hem aralarında bir antlaşma vardı kendilerini vatanlarından sürenlerle… Ama duramadı zalimler antlaşmanın süresi dolmadan daha antlaşmanın şartlarını ihlal eden zulümlerine devam ettiler.
Öyleyse artık zulme cevap vermenin vakti gelmişti… Adaleti ve sevgiyi Mekke’de de tesis etmenin vakti gelmişti.
Bir gece vakti Mekke’nin etrafındaki on bin ışığın belirmesiyle korku sardı Mekke’deki zalimleri… O on bin ışığın kaynağı, on bin kişilik sevgi ordusunun tek tek yaktığı ateşlerdi.
Ama korkuları yersizdi… Çünkü o Sevgi Peygamberi’nin ordusuydu. Savaş taraftarı değildi ama vermek zorunda kaldığı her savaş öncesinde sıkı sıkıya telkin etmişti hep; “Kadınlara, yaşlı ve çocuklara dokunmayın… Aman dileyene el kaldırmayın… Ağaçları kesmeyin…”
İşte şimdi de İslam Ordusu dört koldan Mekke’ye girerken şu sözlerin Mekke Ahalisi’ne ilan edilmesini emrediyordu; “Kim Ebû Süfyan’ın (Mekke’nin o anki idarecisi) evine sığınırsa, ona dokunulmayacaktır. Kim elinden silahını bırakırsa, ona dokunulmayacaktır. Kim evine girer, kapısını kapatırsa, ona da dokunulmayacaktır.”
Ve vaktinde kendisine zulmeden, hakaret ve iftira eden, O’na yaşama hakkını çok gören insanlara güven veren şu sözleri söylüyordu;
Benim halimle sizin haliniz, Yusuf’un (a.s.) kardeşlerine dediğinin tıpkısı olacaktır. Yusuf’un (a.s.) kardeşlerine dediği gibi ben de diyorum: “Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah, sizi bağışlasın. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.” (Yusuf-92)
İşte bu böyle bir fetihtir. Savaşsız ve kansız… Çünkü fethin komutanı Sevgi Peygamberi’dir. Sevgili Peygamber’dir; Hz Muhammed’tir (sav).
Başka bir fetih biliyor musunuz böyle anlamlı olan? Ve başka bir komutan var mıdır O’nun derecesinde büyük olan? İntikam almayı düşünmediğini, kan akıtmayı istemediğini ve affettiğini bir kenara bırakalım… Siz başka komutan biliyor musunuz ki bütün bu hasletlerine, şerefine ve gücüne rağmen fethettiği şehre tevazu ile giren? O öyle mütevazıdır ki; şehre girerken üzerinde olduğu binitinin neredeyse semerine değecektir mübarek sakalı?
Mutlaka yazılıp, söylenecek çok şey var bu konuda… Ve ama biliyor musunuz; işte bu gün o, en büyük komutanın o, en güzel orduyla o, anlamlı fetih için yola çıkışının yıl dönümüdür.
YAZARA AİT YAZILAR